23 Ağustos 2012 Perşembe

Ne Oldu Ne Bitti

Uzun zaman olmuş bloga yazmayalı. Yazacak bir şey bulamadığımdan herhalde. Ramazan ayı boyunca hayatımda yazmaya değer herhangi bir şey olmadığı için yazacak bir şey de olmadı haliyle. Neyse ki Ramazan ayı bitti.

Yaklaşık iki hafta sonra Nazilli'ye dönüyorum. Nihayet tekrar grubum ile birlikte müzik yapmaya başlayabileceğim. Yaz boyunca çok fazla gitar çalıştım, çok fazla yeni şarkı öğrendim ve eksik yanlarımı gidermeye gayret ettim. Bunun getirisini göreceğim muhtemelen sahnede. Güzel bir repertuvar yaptık ve bu kez daha bir bomba gibi geliyoruz.

Cenk'in yakın arkadaşı menajer Özge bizim için güzel işler yapıyor. Sahne ayarlıyor ve bize ön ayaklık ediyor. Bir nevi elimizden tutuyor da diyebiliriz. Bu tarz işlerde zaten elinizden tutan birileri olmazsa işe 1-0 geride başlıyor gibisiniz. Biz bu durumda değiliz. Hatta bana göre bir adım öndeyiz, 1-0 önde başlıyoruz. Umarım her şey planlandığı gibi gider ve bu kışı müzik dolu geçiririz.

Bu arada hayallerimdeki gitarı almış bulunmaktayım. Bugün siparişi verdim. Muhtemelen iki gün sonra gitar elimde olacak. Az çok tahmin edebileceğiniz üzere (daha önceki yazılarımda bahsetmiştim) Epiphone Les Paul Plain Top aldım. Gitarın yanı sıra daha almam gereken bir düzine alet var. Sahne için elimizde bulunan setup yetersiz. Eklememiz gereken pedallar var ve yakın gelecekte onları satın alarak devam edeceğim müzik konusundaki kendime yatırımlarıma.

Daha önce de sürekli dile getirdiğim gibi Kaş artık baydı. Baymakla da kalmadı kabak tadı veriyor. Zaten 2 haftada sıkıldığınız bir yer diyorum her zaman ve ben 2 aydır buradayım. Düşünün yani halimi. Her neyse... Çok az kaldı gitmeme. Tekrar Nazilli'ye dönmek ve oradaki hayatıma adapte olmayı sabırsızlıkla bekliyorum.

2 Temmuz 2012 Pazartesi

Hayatımın En Sinir Bozucu Günü

Evet. Her şey Kemal ile araba kiralayıp Antalya'ya gitmeye karar vermemizle başladı. Kemal arabayı bulduğunu ve ucuza halledeceğini söyledi. Bu bağlamda hemen planları kurduk ve Antalya'ya yolunu tutacaktık. Fakat benim şoförlüğüm henüz pek güven vermediği için son anda Antalya'dan vazgeçip, biraz daha kolay lokma gibi gözüken Fethiye'ye gitmeye karar verdik.

Kemal 2007 model bir Toyota Corolla kiralamıştı. Geceden aldık arabayı ve bir kaç tur attık Kaş'ta. Kemal'de henüz ehliyet olmadığı için ben sürecektim arabayı, o yüzden alışmam lazımdı yarına kadar ve alıştım da... Gayet akıcı sürmeye başladım yani. Bizim Accent'i sürdüğüm gibi olmasa da iyiydim hani. Her neyse. Ertesi gün sabah 9'da yola çıktık. Arabaya 50 liralık gaz aldık. Gazlı dediler gaz aldık. Benzinden bahseden falan olmamıştı bize.

Bu fotoğraf çekilirken her şey çok güzeldi.
Arabanın bir kaç problemi vardı. Misal üçüncü vitese atınca bir süre sonra vitesi boşa alıyordu. O yüzden çoğunlukla dördüncü viteste gitmek zorunda kaldım. Bunun dışında ibre çalışmıyordu, devir göstergesinden hareketle hızımı anlamaya çalıştım ve bence doğruydu tahminlerim. Neyse, yola çıktık ve gayet güzel gidiyoruz. Kınık'ı geçtikten sonra Saklıkent tabelasını gördük ve girdik. Yaklaşık 20 km gittikten sonra kanyona geldik. Orada biraz gezindikten sonra tekrar yola koyulduk ve yol üzerinde bir restaurant'ta durduk. Balık yedik. Bok gibiydi, midem kalktı. Yola devam ettik, yaklaşık 15-16 km gittikten sonra araba bir anda durdu. Ve bizim için zorlu bir süreç başladı. Kamera şakası tadında anlardı. Çok trajikomik ve sinir bozucuydu.

Araba durunca hemen kenara çektik. Rent A Car'cı herifi aradım. Benzin bitmiştir dedi. Gazlı diye aldık, gazda kullandık hep arabayı ama ne hikmetse benzin bitince durdu araba. Sıralı otogaz sistemlerinin olayı buymuş, ufak ufak benzin yiyormuş. Bizde bitmiş... Neyse, tamam dedik benzin almak için yola koyulduk. Otostop ile en yakın petrole gittik, otostop ile geri döndük. Geri dönüşte öyle bir arabayla geldik ki, arabesk çalıyor ve gidiş geliş tek şeritli yolda adam 140 km hızla gidiyordu. Neyse ki ölmedik. Adam bize 15 liralık benzin yeter dedi, öyle aldık biz de... Benzini koyduk, araba hala çalışmıyordu. Adamı aradım, gaza bas benzin pompalasın dedi. Yaptım dediğini, bu sırada akü bitti. Öylece kaldık. Herif kendisi geleceğini söyledi ve bize bekleyin dedi.

Güzelim gözlük gitti. Bacın siqem.
Başladık beklemeye. Tam arabanın önünde bir köy evini restaurant gibi yapmışlar, oraya oturduk. Yaklaşık 1,5 saat sonra adamı tekrar aradık. Arabayla gelirken, onun da arabası bozulmuş. O an sinirlerim öyle bir hal aldı ki, gülmeye başladım. Hem ben hem Kemal gülüyoruz. Bize yardıma gelen araba da bozulmuş, olacak iş mi ulan bu? Sonra başka bir araba çağırmış herif, o geliyormuş. Neyse, yaklaşık 1,5 saat sonra Saklıkent'te buluştuk herifle. Bizim arabaya gittik. Yanında bir tamirci getirmiş. Bir de benzin getirmişler fazladan, onu da eklediler. Akabinde hemen çalıştı araba. Ama bu kez de benzinden gaza geçmiyordu. İşe gel. Daha sonra ona da bir çözüm buldular, bir yöntem gösterdiler bize ve çıktık tekrar yola.

Saat 17:00'ı gösteriyordu. Artık sinirden kafayı yiyorduk ama arabanın çalışıyor olması  da bir yandan moralimizi yüksek tutuyordu. Fethiye'ye gitmeden dönersem içimde kalırdı. O yüzden direkt Fethiye'ye sürdüm. 17:25 sularında vardık Fethiye'ye. Şehir merkezinde bir tur attıktan sonra orada bir bok olmadığına karar verdik ve döndük geriye. Tabii aksilikler yakamızı bırakmadı.

Kaş'a yaklaşık 65 km kala araba tekrar durdu. Yine aynı durum söz konusuydu. Hemen otostop ile en yakın petrole gidip benzin aldım. Arabayı çalıştırdık tekrar ve yola devam ettik. Ama sinirden patlıyorum. Bu sırada gözlüğümün olmadığını farkettim. Evet, gözlük petrolde kalmıştı ve petrol de çok geride kalmıştı. Gözlüğe elveda deyip devam ettim yola. Ama o sinirle nasıl basıyorum. Deli gibi gidiyor araba. Bir ara çok rahat 150-160'ı gördük, ki benim gibi henüz yeni yetme bir şoför için olağanüstü bir hızdı. Önüme geleni solluyorum, neredeyse makas atacağım, o derece. =D

Nasıl bastıysam artık, 19:01'de Kaş'a geldik. Kaş'ta limana gittik ve sonra hemen arabayı geri verdik. Normalde kontratımız gereği daha fazla kalabilirdi araba elimizde ama o araba elde tutulmaz abicim. Sanki elimizde patlayacakmış gibi bir durum vardı hep. Emanetin canı götünde olur lafını buram buram hissettirdi araba bize sağolsun. Onun haricinde hayatımda bu kadar fazla sinirlerimin gerildiği bir gün hatırlamıyorum.

Planımız neydi, neler oldu... Saklıkent'ten sonra Fethiye'ye gidecektik. Ölüdeniz'de yüzüp, McDonalds'ta yemek yiyecektik. Şehir merkezinde piyasa yapacaktık ulan. Hay amk ben böyle işin. 3 araba ile rent a car açmaya kalkan o şahsa zaten söylenecek laf yok. Elindeki arabaların hiçbiri sağlam değil. Ulan gavat, madem beceremeyeceksin bu işi neden giriyorsun? Altından kalkamayacağın bir işe neden girersin ki? Hiç anlamıyorum. Arabayı verir vermez ilk işim bize imzalattığı "senet"'i yırtmak ve tamamen o sikimsonik arabayı hayatımdan atmak oldu. Gerçi araba normal şartlarda sağlam ama bize verilen araba acayip dandikti.

Neyse... Dizel olmayan araba alınmazmış, bunu öğrendik. Tanımadığın, güvenilir olmayan adamdan araba kiralanmazmış. LPG'li araba alınmazmış. Yaşayarak tecrübe ettik bir kez daha bazı şeyleri.

19 Haziran 2012 Salı

Ne Oldu Ne Bitti

Ve nihayet okul bitti ve yaza giriş yaptık. Okulun bitmesi bir yandan iyi bir yandan kötü oldu. Nazilli'deki hayata alışmıştım ve şu an evimi özlüyorum. Kaş'ta yaşam bitik, hiçbir şey yok. Neden böyle buralar hiç anlamıyorum. Kaş potansiyeli yüksek bir tatil beldesi ama işin eğlence yönünü bir türlü karşılayamıyor kendi içinde.

Her neyse... Öncelikle grup işlerinden bahsetmek istiyorum. Bu yaz Antalya'da bir bar bulup çalmayı düşünüyorduk ama bulamadık. Cenk ile iki gün Antalya'da kaldık, gezdik tozduk, baktık mekanlara ama bulamadık boş bir yer. Sonuç olarak Antalya işi şimdilik yalan olmuş gibi görünüyor. Altınoluk'ta Cenk bir ayar atarsa belki orası olabilir. Ki olursa hoş olur. Giderim yani. Kaş'tan iyidir her yer.

Önümüzdeki hafta Nazilli'ye gideceğim. Bütlere girmeyi düşünmüyordum aslında ama Cenk mantıklı bir kaç söz ile fikrimi değiştirmeyi başardı. O yüzden gireceğim sınavların bir kaçına. Nazilli'de son kez grup olarak birleşeceğiz belki de... Stüdyo falan yaparız muhtemelen. Çok hoş bir repertuar hazırladık, yaklaşık 40 şarkı var şu an ve ben neredeyse hepsini ezberledim. Ufak tefek şeyler hariç hazır gibiyim.

Antalya'da çalan adamları görünce ne kadar çok çalışmam (ız) gerektiğini anladım. Adamlar gerçekten hakkını vererek çalıyor. Ayrıca gitarları ve tonları da mükemmel. Yeni bir gitar almayı düşünmüyordum fakat şu an düşünüyorum. Elimdeki gitarı satışa çıkarttım Sahibinden.com'da. Onu satıp, üstüne biraz daha para koyup Epiphone Les Paul Plain Top alacağım. Babamdan istedim kredi kartı, olumlu yanıt verdi. Gelecek ay alacağım muhtemelen aleti.

28 Mayıs 2012 Pazartesi

Nazilli MYO Konseri

Evet... Uzun zamandır bloguma yazı yazamıyorum. Nedenini ben de bilmiyorum fakat eskisi gibi saatlerce pc başında boş boş takılma durumlarım son dönemde azaldı gibi. O yüzden yazmıyorum sanırım. Mesela şu an boş kaldım ve direkt bloga atladım. Her neyse, konu var; konuyu dağıtmayayım.

Bildiğiniz veya bilmediğiniz üzere yaklaşık 1,5 aydır sürekli müzik ile iç içe bir hayat sürmekteyim. Gruptakiler de benimle aynı yaşamdalar. Henüz net değil fakat bu sezonun son büyük çaplı konserini vermiş olabiliriz. Geçtiğimiz cumartesi günü, Betül Demir'in alt grubu olarak sahne aldık. Tüm hafta boyunca büyük bir heyecanla beklediğimiz bu olay tam bir fiyasko ile sonuçlandı. Detaylara geçeyim.

26 Mayıs 2012 Cumartesi günü 16:00'da okula gittik. Sahnede insanlar bir şeyler yapıyorlardı. Soundcheck'imizi alırız düşüncesi ile geldik aslında oraya ancak Betül Demir'in ekibi kendi soundcheck'i ile meşguldü. O sırada davulcunun bize davulunu kullandırtmayacağı haberini aldık. Bunun üzerine sevgili Kukla grubu elemanları kendi davullarını almak için Kuyucak'a gittiler. O davulu biz de kullanacaktık fakat olmadı. Davul için mikrofon seti yoktu. Onu bulsalar bile mixerde input kalmamıştı. Mal gibi kaldık. Bayağı tartışmalar yapıldı, sinirler gerildi. Yaklaşık 3 saat boyunca Betül Demir'in ekibi soundcheck yaptı...

Daha sonra Kukla ekibi yapılan muameleye dayanamayarak mekanı terketti. Biz de aslında onlar ile aynı düşüncedeydik fakat bir takım özel durumlar sebebiyle sahneye çıktık. Biz olmadan programda büyük bir boşluk olacağı aşikardı. Bu yüzden davulcu istemeye istemeye davulunu kullandırtma kararı aldı. Bunun üzerine biz de sahneye çıktık.

Soundcheck almadan çıktık oraya. Ben gitarı bağladım, overdrive'ı açtım ve çalmaya başladım. Bu kadar... Direkt çaldık yani, hepimiz... Sesler o kadar ayarsızdı ki, ilk parçada yanlış çaldığımı falan düşündüm. O derece kötüydü çünkü. Ayrıca sesim acayip kısıktı. Mixerin başındaki şahıslara bir takım talimatlar vermemize rağmen, ne hikmetse bizi hiç dinlemediler. İkinci şarkıda benim sesi komple kapattılar. Üçüncü şarkıdan itibaren Cenk'in ses gitti. Dördüncü şarkıda mikrofonunu açmayı unuttukları davulun ayarını yaptılar. Altıncı parçanın bitiminde sahneden inmemizi istediler. Halbuki 5 şarkımız daha vardı... En son parçamız Duman - Bu Akşam oldu ve o kadar güzeldi ki ortam. Biz şarkıyı bitirince insanlar "bir daha" diye bağırdılar. Bizim sahneden ineceğimizi öğrendiklerinde de bir uğultu kopardılar ki, her şeyi anlatıyordu o ses. İzleyici bizi istiyordu.

Kötü ses sistemi ve aksiliklere rağmen seyirci bizden memnundu. Hatta gayet güzel eğleniyorlardı. Bizden sonra sahneye çıkan Betül Demir'i ise üçüncü şarkıdan sonra insanlar tren izler gibi izlemeye başladı. Akabinde de zaten yavaş yavaş boşalttılar mekanı. O an içimin yağları eridi desem yeridir. Bize yapılanlara cevabı seyirci verdi onlara diye düşünüyorum.

Her neyse... Biz her şeye rağmen elimizden geleninin en iyisini sahneye verdik. Daha önce bundan kat be kat iyi işler çıkarttık ama olsun. O performansların ortamı farklıydı, bize yapılan muamele farklıydı. Burada resmen amatör bir grup olduğumuzu buram buram hissettirdiler. Bravo vallahi onlara, adamlar profesyonel, adamlar kral. Adamlar bu yollardan hiç geçmemiş gibiydiler... Helal olsun onlara. Ama ben eminim ki, biz eğer bu denli ünlü olursak onlar gibi olmayız. Çünkü bu tarz şeyler biraz da karakter ile alakalıdır. Bizim her birimizin karakteri gayet sağlam bence... En azından onlardan fazlamız var diye düşünüyorum.

10 Mayıs 2012 Perşembe

Bir Günde İki Konser

Evet. Bu bloga çok fazla yazı yazdım. Çok fazla anımı anlattım. Çok fazla şey paylaştım fakat hiçbiri şu an yazacaklarım kadar mutluluk verici değildi. Bu yüzden bu yazının hep farklı bir yeri olacak... Neleri yazmadım ki buraya. İlk sahneye çıktığımda da burada paylaştım yaşadıklarımı, Eskişehir maceramı, Nazilli maceramı, sayısız ufak tefek anımı. Hepsi bir kenara, şu an anlatacaklarım bir kenara. O derece...


Her şey Çetin hoca ile olan konuşmam ile başladı. Okul şenliklerinde çalabileceğimizi söyledim ona. Onun cevabı ise çok farklı oldu. Bana direkt Merkez Kampüs'te sahneye çıkma teklifinde bulundu. Ben tabii ki seve seve evet dedim bu teklife. Ardından bizi bildirdi rektörlüğe. 2 hafta sonra program açılandı ve bizim olay "tamamdı". 8 Mayıs 2012 tarihinde Adnan Menderes Üniversitesi Bahar Şenlikleri'nde sahne alacağımız haberi ile sevince boğulduk. Gerçekten çok iyi bir fırsattı bizim için...

8 Mayıs 2012 Salı - Merkez Kampüs Konseri
Sahne, Forum Aydın'ın sahnesine
kıyasla bayağı kötüydü.
6 saatlik uyku sonrasında uyandım, duşumu aldım ve kahvaltımı yaptım. Akabinde biraz sıkıntılı da olsa diğer elemanlar (Cenk ve Oğuz) ile benim evde buluştuk. 11:10 otobüsü ile Aydın'a yol aldık. Kampüs geldiğimizde ortam çok iyiydi. Her taraf cıvıl cıvıldı ve insan kaynıyordu. Kantinin havası mükemmeldi. Okulu görünce dibim düştü. Bizim okuduğumuz yer okul değil... Her neyse. Millet öğle yemeği arası vermişti, o yüzden her taraf doluydu. Yavaş yavaş ortalık boşaldı. Haliyle bizim sahnenin izleyici sayısı da bir hayli düştü.

14:00'da sound check için sahneye çıktık. Her şeyi ayarladıktan sonra deneme mahiyetinde bir şarkı çalmak istedik. Malt - Deprem'i çaldık. Sahneden indiğimizde herkesten çok olumlu tepkiler aldık. "Neden indiniz?" sorusuna gruptan bir elemanımız "deneme yapmıştık" demiş ve aldığı cevap "bu deneme miydi? bu denemeyse aslı nasıldır acaba..." falan demiş. Bayağı beğenmişler yani. Organizasyonun organizatörlerinden biri geldi yanımıza ve Forum Aydın'da akşam çalma teklifinde bulundu bize. Tabii ki seve seve kabul ettik. Hatta seve seve değil öle öle kabul ettik. Çok iyiydi abi bu. Forum Aydın yani... Boru değil. Bu konuşmaların sonrasında konuyu yarışmadan açtı organizatör bayan. Henüz başvuru yapmadığımızı söyledik. Başvuru için gerekli kağıtları istedi ve iki dakikada başvurumuzu halletti. Hatta bir de ekledi, "bu performans ile birinci olabilirsiniz". Evet, çok beğenildik... Hem de sound check'te.

Bize sertifika verdiler. 
Bizden önce kısa süreli bir dans gösterisi vardı. 5 dakika falan sürdü zaten. Bitiminde hemen biz sahneye çıktık. Şarkıları çalmaya başladık. Heyecan yaparım diye düşünüyordum fakat gayet rahat çaldım. Stüdyoda biz bize çalarken nasıl çalıyorsam öyleydim. Çalışmalarda mütemadiyen hata yapan grup, konser boyunca hatasız çaldı. Tüm şarkılar su gibi aktı. Hiçbirinde hata yapmadık. Hepsi cuk oturdu. Hepsi milleti coşturdu. Gerçekten çok beğendiler bizi. Zaten üst paragraftan anlamışsınızdır beğenilmenin durumunu. Oradaki performans ile çalma teklifi aldık Forum için; daha ne olsun?

Konser bitiminde yüzler gülüyordu. Çok iyiydik gerçekten. Seyirciden gelen yorumlar da müthiş olduğu için ayrıyetten seviniyorduk. O an yaşadığımız duyguların tercümesini bascımız Cem çok güzel yaptı... "Amuğa goyduk Bülent başgan...". Gerçekten de amına koyduk aq. =D

Forum Aydın Konseri
Sahne acayip güzeldi. 
Evet. Gece saat 21:00'da Forum Aydın'da sahne aldık. Burada diğer konserin aksine daha az parça çaldık. 5 tane şarkı çalmamızı istediler, biz de öyle yaptık. Programda normalde biz yoktuk. Sadece Kukla grubu çalacaktı fakat bizi öyle beğendiler ki programa koyma gereği duydular. Hem de dolgunluk oldu programda.

Kukla grubu teknik açıdan bize oranla biraz daha komplike parçalar çaldılar. Blues tabanlı, biraz daha ağır sololar barından şarkılardı bunlar. Fakat bizim avantajımız herkesin bildiği parçalar çalmış olmamızdı. Bizim şarkılarımıza herkes eşlik etti. Onların sadece iki parçasını izledik ve dinledik; fakat herkes bön bön bakıyordu. Hiç kimse şarkıların ne olduğuna dair bir fikir sahibi değildi. Şahsen ben de bilmiyordum çaldıkları şarkı nedir ne değildir. Daha sonra araştırdım. Pinhani - Ağlama güzeldi. Solocuları iyiydi.

Kukla. Solo gitaristi solda tek başına
sahnelemek daha hoş olabilirdi. 
Forum'un sahnesi çok güzeldi. Zaten fotoğraflardan da anlaşılır bu durum. Ayrıca ses sistemleri de çok güzeldi. Herkese ayrı ayrı monitör koymuşlar, acayip hoşuma gitti. Kaş'ta böyle bir şey yoktu mesela... Al işte, büyük şehrin havası bir başka her zaman.

Aslında yazacak daha çok şey var ama daha fazla uzatmak istemiyorum şu an. Daha sonra yazacaklarımı boş bir vaktimde yazacağım elbette. Çok bomba olaylar var... Acayip fena.

27 Nisan 2012 Cuma

NBA'de Play-off'lar Başlıyor

Evet, bu sezonu başından sonuna kadar takip ettiğim için play-off serileri ile alakalı bir kaç yorum yapıp, tahminde bulunmazsam olmazdı. Geçmişte de NBA'i takip ettiğim dönemler oldu fakat ilk defa bu kadar yoğun ve ilgili bir biçimde takip ettim. Her neyse... Lokavt sonrası kısa ve sıkıştırılmış normal sezon takvimi sonrasında aşağıdaki gibi bir play-off tablosu ortaya çıktı.


BATI KONFERANSI

San Antonio Spurs - Utah Jazz
Bu adamlardan her şey beklenir.
Spurs tabii ki ağır favori. Aslında yazacak pek bir şey yok bu seri hakkında. Utah belki kolay lokma olmayacaktır ama en fazla 1 maç alırlar ve seri 4-1 biter gibi geliyor bana. En iyi ihtimalle bunu düşünüyorum tabii. Şahsi kanaatimce Spurs süpürecek. Normal sezonda konferans birincisi olarak şampiyonluk yarışında bizde varız dediler. Muhtemelen geçen yılki fiyasko gibi de olmayacak bu sezon. Konferans finaline kadar rahat yürürler bence.

Oklahoma City Thunder - Dallas Mavericks
Westbrook satış yapmazsa bu üçlü
çok can yakar.
Geçtiğimiz sezonun konferans finalistleri ilk turda karşı karşıya geliyor. Tabii bunun sebeplerinden biri Dallas'ın çok berbat bir sezon geçirmiş olması. Geçtiğimiz sezon 4-1 ile finale çıkan ve şampiyon olan taraf Dallas olmuştu. Bu sezon ise çok farklı bir Dallas var. Onun haricinde Oklahoma City yıldızları da iyiden iyiye  lige damgasını vurmaya başladı. Öyle ki Durant ve Westbrook sayı krallığında ilk 5'teydiler yanlış hatırlamıyorsam. Thunder muhtemelen bu turu geçen taraf olacak. 4-2 ile tur atlarlar.

Los Angeles Lakers - Denver Nuggets
Lakers'ı oldum olası sevmem. Keşke elenseler diyeceğim ama hiç de sanmıyorum hani. Lakers play-off'ların takımı ayrıca. Muhtemelen 4-1 ile turu geçen taraf olacaklar. Normal sezonun son maçlarında Bynum'un sinir küpü olduğu ve takıma pek de fazla katkı yapamadığını görmüştük. O problemlerini aşarsa muhtemelen Lakers için daha kolay olur her şey. Gerçi ben Gasol varken Bynum neyin nesidir demeye devam ediyorum ama neyse...

Memphis Grizzlies - Los Angeles Clippers 
Vallahi sezon boyunca bir kez bile oturup Memphis maçı izlemedim. Nasıl bir takımdır, hangi oyuncular üzerine kuruludur falan hiçbir bilgim yok. Clippers ise yıldızlarından ötürü takip edilesi bir takım olduğu için elbette izlediğim bir takımdı. Sezonu Clippers'ın önünde bitiren bir Memphis var şu an ortada. Tam olarak nasıl bir seri olacağını kestirmek zor. Muhtemelen başa baş gidecektir. 7. maça bile kalabilir bu seri. 4-3 ile Clippers tur atlar diyorum.


DOĞU KONFERANSI

Chicago Bulls - Philadelphia 76'ers
Bu adamı tek koyuyorum.
Bulls tabii ki açık ara, çok ağır favori. Derrick Rose'un normal sezonu sakatlık problemleri ile geçirmesine rağmen neredeyse hiç bocalamadılar ve aynı ritimde oynamaya devam ettiler. Tabii ki bunun en önemli sebeplerinden biri savunma takımı olmalarıydı. En büyük hücum günü takımdan ayrılınca bile savunma oyunlarıyla galip gelmeyi başarıyorlardı. Play-off öncesi Rose dinlendirildi ve normal sezonun son 3-4 maçında ritim bulması için oynatıldı. Muhtemelen bu seriye de iyi giriş yapacaktır. Bulls 4-0 ile süpürür diyorum.

Miami Heat - New York Knicks
Müthiş bir eşleşme. Geçen yılın finalisti ve kaybedeni Heat, bu sezonun kağıt üstünde müthiş kadrolu fakat bekleneni verememiş takımı Knicks'e karşı. Heat bu sezon şampiyonluğun en büyük favorisi. Knicks ise bir türlü takım içinde dengeleri oturtamamış, bir iyi bir kötü, saçma sapan bir normal sezon performansı sergilemiş bir takım. Tabii ki Heat ağır favori ama çok keyifli bir seri olacak bu seri. 4-2 Heat kazanır diyorum.

Indiana Pacers - Orlando Magic
Indiana bu sezon beni hem çileden çıkartmış hem de kendini sevdirmiş bir takım. Ne zaman onların maçına bahis oynasam yatmama sebep oldu şerefsizler. Fakat ayrıca bir sempatim var bu adamlara, özellikle de Paul George'a. Magic ise zaten bizim takım Hidayet'ten ötürü. Normal sezonu Indiana önde bitirdi ancak sezon içindeki maçlarda Orlando 3-1 önde. Çok keyifli bir seri olacak. Sezonda Orlando'ya karşı şansı bir türlü tutmayan Indiana bu kez şans tutturur mu bilemiyorum. Howard sezonu kapatmış olduğu için Orlando tabii ki büyük yara almış durumda. Çok ortada bir seri

Boston Celtics - Atlanta Hawks
Açık ara en karizmatik üçlü.
Boston sezona bayağı kötü bir performans ile girmesine rağmen daha sonra toparladılar. Zaten NBA'de en sevdiğim takım Boston'dır, o yüzden fazlasıyla takip ediyorum onları ve Atlanta karşısında pek zorlanacaklarını düşünmüyorum. Muhtemelen 4-1 ile turu geçen taraf olurlar. Kevin Garnett, Paul Pierce ve Ray Allen hala büyük üçlü bir çok kişinin gözünde. Gelecek sezon dağılacaklar muhtemelen. Gider ayak bir şampiyonluk almaları zor tabii ama Heat'i Miami'de yendikleri ve Garnett'in insan üstü oyununu görünce imkansız değil diyorum.

24 Nisan 2012 Salı

Vizeler Sonrası Kaş

Evet. Nazilli'de çok uzun zaman kalınca insanda bir süre sonra bunaltı yapıyor. Akabinde bir kaç haftalığına Kaş'a gelip tekrar Nazilli'ye dönünce yenilenmiş hissediyorum. Nazilli boğmuyor, aksine güzel geliyor. Vizeler ile birlikte bunaltmaya başlamıştı Nazilli ve 3 gün önce geldim Kaş'a.

Bu çok güzelmiş.
Sezon henüz açılmamıştır diye düşünüyordum ama sandığımın aksine gayet canlı ortalık. Çok fazla değişim yok şehirde. Liseli gençleri kasıp kavurmaya devam eden Kaş'taki Rap akımı almış başını yürümüş son dönemde. En çok buna şaşırdım. Biz lise sondayken Egehan Çetinel ve Oğuzhan Tüfekçi'nin kendi imkanlarıyla rap yapmaya çalıştıkları bir yerdi Kaş. Şahsi kanaatimce Rap'i Kaş'a getiren onlardır ve şu an bu hale gelmesi belki de onların temeli atmasından ileri geldi. Evet bence böyle.

Kaş'ta basketbol oynamayı çok özlemiştim. Her gün gidiyorum yine basketbol oynamaya. Fakat eski tat yok. Çünkü eskisi gibi şut atamıyorum, Nazilli'deki potaya alışmamdan ötürü bayağı körelmiş şutum. Knicks'teki Walker'ın diz sakatlığı sonrası şutör olması gibi, Nazilli sonrası şutörlükten pota altı adamı olmaya kaymış durumdayım şu an. Memnun muyum bu durumda? Hayır. Muhtemelen yazın kendime gelirim diye düşünüyorum. Kaş'taki basketbolda yaşanan bir diğer farklılık ise sürekli tartışma olması. Sokak basketbolu karşılıklı hoşgörü ve nezaket çerçevesinde oynanmayınca çok boktan bir hal alıyor. Faul veya steps durumlarında kimse tartışma yapmaz, kimin lehineyse durum top ona verilir ve maç devam eder düz sokak basketbolunda. Ama bizim Kaş'ta ne zaman faul desem bir tartışma ortamı alıyor ortalığı. Kulisler toplanıyor, bilir kişi raporu alınıyor ve çoğu zaman ben haksız çıkıyorum. Gerçi haklı çıksam bile haksızmışım gibi muamele oluyor ama neyse...

Her neyse... Kaş'ta zaten bunların haricinde bir bok yok anlatacak. Nazilli'de son 1,5 ayımı her gün elimde saatlerce gitar ile geçiriyordum. Bu yüzden hazır tatile gelmişken tatilin bir anlamı olsun istedim ve tatilim boyunca elime gitar almamaya karar verdim. Şu ana kadar da gayet başarılıyım. Bu durum iyi oldu, kolum çok pis ağrıyordu son zamanlarda. O ağrıyan kısım tamamen iyileşmiş durumda.

Cuma günü bar programımız vardı normal şartlarda. Eğer bir değişiklik olmazsa Perşembe günü döneceğim Nazilli'ye. Programı bu hafta iptal etme durumları olabilir, eğer iptal olursa Pazar günü döneceğim.

14 Nisan 2012 Cumartesi

Sahnelere Dönüş

Çok çok uzun bir aradan sonra tekrar sahne heyecanı yaşadım. Gerçekten şu sıralar hayatımda pozitif bir ivme var. Geçen sene de aynı bu aylarda benzer bir ivme kazanmıştı yaşantım ama daha sonra yine boka sarmıştı. Umarım bu kez yine aynı olmaz.

Mekan burası. Hoş bence.
Tamamen tesadüfi bir biçimde Cenk ile tanıştım. Kendisini zaten Basketbol seçmeli dersinden tanıyordum. Pek fazla muhabbet etme şansım olmamış olsa da, yolda görünce selam verecek kadar tanışmış olmuştuk işte... Her neyse, onun yurtta bizim sınıftan bir arkadaş (Engin) ona benden bahsetmiş. O da zaten solo gitarist arıyormuş ve hemen mesaj ile yoklamış beni. Daha sonra mesajlaşmamız sonucunda konuştuk anlaştık derken bir anda grup olmuş olduk. Cenk'in çocukluk arkadaşı Oğuz var yanında, o da davul çalıyor. Cenk zaten hem vokal hem ritim gitar. Kaş'ta hep böyle bir eleman aramıştım ama bulamamıştım. Ritim konusunda yük olmayacak bir vokal her zaman baş tacıdır gönüllerde. Cenk çok iyi ritimci gerçekten ama solo çalamıyor. O da hep benim gibi birini arıyormuş Nazilli'de. Çok fena uyuştuk kısa zamanda.

3-4 günlük bir çalışma ile 22-23 parçalık bir repertuar oluşturduk ve deneme mahiyetinde bir barda sahne aldık.  Bana göre rezil bir performans sergiledik. Ancak buna rağmen mekan sahibi bizi beğendi ve haftada bir günü bize vereceğini söyledi. Vizelerden sonra başlıyoruz çalmaya devamlı. Ölümüz bile beğenildiyse, tam randıman versek neler olur düşünemiyorum.

Bu bar programı için tarzımdan taviz vermek zorunda kaldım. Çoğunlukla pop çalıyoruz, pop çalmasak bile pop  havası olan soft rock takılıyoruz. Gerçi bizim cover'lara akustik cover demek lazım.
Böyle bir grubun varlığından haberdar
değildim. Taşaklılar sanırım bayağı.

Albüm Falan Durumu Var
Evet, albüm falan durumu var şu sıralar. Cenk'in yakın bir arkadaşı, bilmem ne müziğin bilmem ne bilmem nesiymiş; bize albüm yapabileceğini söyledi Cenk'e. Tabii biz direkt balıklama atladık. Yaklaşık 1 haftadır beste çalışmaları yapıyoruz. Gerçi daha çok ben yapıyorum, belki diğer elemanlar da yapıyordur ama pek duymuyorum onlardan bir şey. Ben gitar ile melodi kasıyorum sürekli. Şu an güzel bir şey yakaladık ve güzel bir beste çıktı bizce.

Bahar Şenlikleri
Okulun bahar şenliklerinde de sahne alacağız. Bugün verdim grup şarkı ve eleman listelerini. Hoca bunu Aydın'a gönderdi. Oradan kabul cevabı gelirse Aydın'da merkez kampüste sahne alacağız. Çıkmazsa, sadece Nazilli'de sahne alacağız. Aydın'da çıkamasak bile Nazilli'de çıkmak da fena sayılmaz benim açımdan. Ayrıca grup olarak Kolpa'yı getirecekmiş bizim okul. Eğer onlar gelirse, biz alt grup olmuş olacağız. Fena değil hani.

Son olarak, bar sahnesinde sadece wah pedalı kullandım. 80 liralık Ashton wah pedalından aldığım tonları duysanız Cry Baby sanırsınız. O derece sağlamdı. Hepimiz şok olduk.

1 Nisan 2012 Pazar

YGS - Gerzomat - Gitar

Bugün hayatımın dördüncü YGS'sine girdim. Aslına bakarsanız üçüncü YGS oluyor bu çünkü ilk girdiğim üniversite sınavının adı ÖSS'ydi... Her neyse, sınav gerçekten çok acayipti.

Okul evime bayağı uzaktı. Hava karlı
değildi, fotoğrafa aldanmayın.
Yıllar geçtikte insanın algısı kendiliğinden gelişiyor. Bu bağlamda lisede kavrayamadığım şeyleri şu an çok rahat ve kolay bir biçimde kavrıyorum. O yüzden bu sınavın çok kek sorulardan oluşacağını ve rahat geçeceğini düşünmüştüm ama yanıldım. Gerçekten oldukça zordu. Geçen sene bir kez okuyup geçtiğim Türkçe sorularını bu kez iki kez okumak zorunda kaldım ve idrak etmekte oldukça zorlandım. Bunun dışında Matematik'im normalde fena değildir ama bu sınavda bir bok yapamadım. Gerçi bu kez sınava girmemin sebebi Dil'den kendimi denemek olduğu için pek kasmadım Matematik'i. Daha çok Sosyal ve Türkçe'ye odaklandım. Muhtemelen fena gelmeyecektir onların sonuçları.

Patlak Sokaklar: Gerzomat
Uzun zaman sonra sinemaya gittim. Fragmanı beni oldukça eğlendiren ve güldüren bir film olmuştu Patlak Sokaklar: Gerzomat; ama film beklediğim etkiyi yapmadı. Bir kez bile yarıla yarıla gülemedim ne yazık ki. Hatta etrafımdakiler de gülemedi. Gerçi etrafımda film izlemeyen şahıslar vardı, ne zaman kafamı sola çevirsem kızın üzerine çuvallanmış bir sap gördüm mesela... Onun haricinde önümdeki mal kızlar da paso cinsellik tabanlı esprilerde kikirdeyip durdular. Sınıfta hocanın "cinsel ilişki" tarzı bir kelime kullanması ile bıyık altından gülen kızlar ile aynı kafada kızlardı bunlar. Evet, gerçekten öyleydi.

Gerzomat çok güzel bir fikirdi aslında. Yani işledikleri şey gerçekten etinden ve sütünden fazlasıyla yararlanılabilecek bir şeydi ama becerememişler. Kısa filmleri başarılıydı mesela ama uzun metrajda sıçmışlar resmen. Onun dışında iyi yan olarak Cem Yılmaz, Ata Demirer, Şafak Sezer ve Şahan Gökbakar'dan sıkılmıştık artık. Farklı insanların elinden çıkmış farklı bir komedi yapımı izlemek fena olmadı.

Gitar İşleri
Daha önce buraya yazmıştım; gitar cover videoları çekmeye başlayacaktım... En sonunda başladım. Hatta bayağı oldu aslında çekmeye başlayalı ama buraya yazma fırsatım olmamıştı. Şu an 11 tane cover videom yayında. Videolara ulaşmak için buraya tıklayabilirsiniz.

Bu arada bloguma yaklaşık 1 ay önce yeni bir domain satın aldım. Onu da bir türlü buraya yazma fırsatım olmamıştı, o yüzden değinmek istedim. www.feyyaz.us, muhteşem yeni domain'im. Hayırlı olsun bana.

29 Mart 2012 Perşembe

Basketbol Turnuvası'ndan Elendik

Bugün bizim için final niteliğinde bir maç oynadık. Kazansak tur atlayıp Aydın'da oynanacak olan bir üst turun maçlarına gidecektik, fakat kaybettik. Turnuva aslında çok ilginç başlamıştı bizim açımızdan. Hiç beklenmedik bir biçimde 30 sayı fark yedik ilk maçımızda. Akabinde oynadığımız iki maçı kazandık ve Atça ile final niteliğinde bir maç oynadık.

Turnuva boyunca çok silik bir performans sergiledim. Sadece iki maçta doğru düzgün katkı yaptım takıma skor anlamında. Ancak bugün oynanan Atça maçında gerçekten oldukça iyi şut attım. Hatta şöyle söyleyeyim, -Kaş'takiler bilir az çok- tıpkı Kaş'taki gibi şut soktum. Buraya ilk geldiğim zaman, antrenman sonrası konuşmalarımızda iyi üçlük attığımdan bahsediyordum hep ama bir türlü o potansiyeli insanlara gösterebilme şansım olmamıştı. Çünkü bana güvenilmiyordu, Kaş'taki gibi onların gözüne girebilmiş konumda değildim. Bu yüzden çok az şans yakalıyordum. Bugün her şey tersine döndü, şansım da yaver gitti ve hoş oldu.

Pota altından dolaşıp üçlüğe çıkıp şutu
yollamanın üstadı Ray Allen'a saygılar.
6 tane üçlük attım, hiç kaçırmadan. Daha sonra hücumda rakibin uzunlarından biri başıma dikilmeye başlayınca pozisyon bulamamaya başladım. O kıtlıkta yine 2 şut pozisyonu yakalasam da sokamadım. Olsun, yine de insanlara biraz olsun "ben şut sokabiliyorum" izlenimi verebilmiş oldum.

Atça'ya elendik. Gerçekten çok iyi mücadele ettik ve iki uzatma sonunda elendik. Bu yüzden hiç üzülmüyorum desem yalan olur. Şu an gerçekten bayağı üzgünüm. Bu kadar emek verdiğim ve iyi olduğum bir maçı galibiyetle bitirememiş olmamıza fazlasıyla üzülüyorum. Ah o son topu ben kullanabilseydim... Aslında her şey o şutu benim kullanmam gerektiğini gösteriyordu; Can ve Uğur kenardaydı faul problemi sebebiyle. Benim de elim acayip sıcaktı ve benden başka o yükün altına girecek adam yoktu sahada. Ama tabii olmadı, Doğuş gitti kendisi kullandı şutu. Halbuki tam istediğimiz gibi üçlük çizgisinin gerisinde boş bir biçimde bekliyordum. İyi hoş kaçırdı şutu ama gerçekten kahroldum o an. Bana verseydi yüzde 51 sokardım diye düşünüyorum. Hal böyle olunca üzülüyor insan.

Her neyse... Yapacak bir şey yok artık. Seneye burada olur muyum bilmiyorum ama olursam muhtemelen bu sene olduğu gibi ikinci sınıf oyuncu muamelesi görmem herhalde. En azından biraz daha değer verir insanlar saha içinde ve bu hem bana hem de takıma faydalı olur. Takımda şu an sadece bir tane skor yükünü çeken adam vardı, yanına birini koyamadığınız an zaten kaybediyorsunuz. Bu her takımda böyledir. Yan skor gücü için kendimi hep biçilmiş kaftan görüyordum ama dediğim gibi bir türlü diğer insanların gözünde ikinci sınıf oyuncu olmaktan kurtulamamıştım. Bunu kırmış olmam tek tesellim şu an.

22 Mart 2012 Perşembe

Gereksiz Deney: Litre İle Ne Ölçülür?

Evet, blogumda artık enteresan bir şey denemeye başlıyorum. Gereksiz ve abes bir konu üzerine deneyler yapıp sonuçları burada yazacağım. İlk konu olarak gerçekten gereksiz ancak bir o kadar da ibretlik bir konu belirledim.

Koyacak görsel bulamadım.
Dün Teknik Matematik dersinde hocamız "litre ile ne ölçülür" diye sordu. Ben tabii ki hemen atladım ve "hacim" cevabını verdim. Bu sırada bir çok kişiden "sıvı" cevabı geldi. Fakat sıvı cevabı yanlış bir cevap çünkü bildiğiniz veya bilmediğiniz üzere litre ile hacim ölçülür arkadaşlar. Ve sadece sıvıların değil her türlü maddenin hacmini litre ile ölçülendirebiliriz.

Bu konu kafama takıldı. Sınıfta bir çok kişinin sıvı yanılgısına düşmesi üzerine, "acaba herkes mi böyle sanıyor" diye düşünmeye başladım. Akabinde Facebook'ta rastgele 10 kişiye, hocanın bize sorduğu soruyu yönelttim.

Sonuçlar
Sonuçlar gerçekten oldukça kötüydü. Hiç kimseden "hacim" cevabı gelmedi. 7 kişi "sıvı" cevabını verirken, 2 kişi "sıvı hacmi" cevabı ile biraz olsun doğru bir yanıt verdi. Ancak ne yazık ki tam doğru cevabı verebilen çıkmadı. 1 kişi ise çok çok farklı bir cevap ile beni dumura uğrattı resmen; şöyle dedi: "su süt benzin". Evet... =D

Çok basit bir soruyu bile doğru cevaplandıran kimsenin çıkmamış olması gerçekten trajikomik bir durum bence. İbret dolu bir cehalet öyküsü bence bu durum. Neyse artık, sağlık olsun... 10 kişiye litrenin hacim birimi olduğunu öğretmiş olmanın verdiği sevinç ile yazımı burada noktalıyorum.

20 Mart 2012 Salı

LeBron James'e Methiye

Hayatımın her döneminde basketbola ilgili bir kişi olmuş olmama rağmen ilk defa son 5 aydır bu ilgili olma durumu en üst noktasına ulaştı. Her gün sabah oynanan maçların videolarını seyrediyorum, eğer saat uygunsa televizyondan maçı seyrediyorum. Çok sağlam bir maç oynanmışsa torrent ile indirim seyrediyorum. Bir şekilde takip ediyorum yani. Ve şu ana kadar LeBron James gibi bir adam görmedim henüz ve onu izlemek gerçekten büyük bir keyif.


Adamın yaptığı her şeyi büyük bir hayranlık ile izliyorum. Nerede şut atacağını, nerede pas vereceğini... Neyi nerede ne şekilde yapacağını bu kadar iyi ayarlayan bir adam olabilir mi? James her şeyi çok yerinde ve ayarında yapıyor. Bir çok kişi ile kıyaslanıyor ancak bence o en iyisi. Michael Jordan'ı hiç izlemedim hayatımda, bize ters geldi yaş bakımından onun oynadığı zamanlar. Ancak kesinlikle benim dönemimin en iyisi LeBron James.

Kobe ile kıyaslanıyor fakat ben bunu gerçekten yersiz buluyorum. Fundemental olarak Kobe ezer falan deniyor ama istatistikler asla yalan söylemez. Kobe sadece sayı üzerinden bir şeyler yaparken James hem sayı atıyor, hem asist yapıyor, hem ribaunt alıyor, hem top çalıyor, hem blok yapıyor, hem de öküz gibi smaçlar yapıyor. Ve tüm bu saydığım şeyleri büyük bir ustalık ile yapıyor olması onun ne kadar büyük bir oyuncu olduğunu gösteriyor.

James Neden Son Topları Kullanmıyor?
Evet, bu konuya da fazlaca kafa yoruyoruz tüm basketbol severler olarak. LeBron büyük oyuncu olsa son topları kullanıyor, sokar ve kral olur falan şeklinde eleştiriler geliyor hep. Bu konuda hakkında bir kaç bir şey yazmak istiyorum.

LeBron'da çok fazla "beklentileri karşılayamama korkusu" var bence. Neden diye soracak olursanız, adam sırf beklentileri karşılayamayabileceğini düşündüğü için bunca senedir smaç yarışmasına katılmıyor. Evet, tüm sebep bu, o yarışmaya katılmamasındaki. Adam bildiğin hayvan smaç konusunda ve bütün dünya ondan aşmış smaçlar bekleyecek; haliyle bu beklentilerin altında ezilmek istemiyor olsa gerek.

Aynı durumun son toplarda ve buna benzer kritik şutlarda da kendini gösterdiğini düşünüyorum ben. James hep beklentileri karşılayamama korkusu yüzünden bu el yakan topları kullanmaktan kaçıyor. Diğer yandan Wade ise gayet cool ve sakin bir biçimde bu şutları denemekten kaçınmıyor. Carmelo Anthony'deki ego ve son top soğukkanlılığı James'te olsa belki de şu an onu her kesimden insan gönül rahatlığı ile Michael Jordan ile kıyaslayabilirdi.

Her neyse, olsun varsın... Bence LeBron James bir numara. Bundan 20 yıl sonra kesinlikle benden küçük basketbol severlere anlatacağım belki de tek adam LeBron James olacak.

13 Mart 2012 Salı

Luke Skywalker Neden Ezik?

Evet, Star Wars serisini tekrardan indirip izlemeye başladım. Serinin en sevdiğim halkası Episode III'yi izleyerek başladım ve akabinde VI'yı izledim. Bir tarafta Anakin Skywalker'ı, diğer tarafta Luke Skywalker'ı enine boyuna inceledim. Luke gerçekten çok boktan bir karakter. Her zaman hayatımda gördüğüm en overrated karakter olarak LOTR'dan Frodo'yu görmüşümdür, Luke ikinci sıraya yerleşti şu sıralar. Her neyse, Luke'u beğenen şahısların yazdıkları şeyleri okudum sözlüklerden. Azınlık aslında böyle düşünenler ama yine de bir kaç bir şeyler yazmak istiyorum.

Bu kıyaslamada Justin Bieber kılıklı Luke'un gerçekten hiç şansı yok.

Luke Death Star'ı yok etti, adamın hası...
1.50 boyu var, dağ gibi Darth Vader'ın
karşısına çıkmaya utanmıyor.
E arkadaş, Death Star'ı yok etti tamam da, taş atıp da kolu mu yoruldu? Düğmeye bastı, ateş etti; Death Star'ın da zaten canı götündeymiş herhalde hemen patladı. Sanıyorum ki Death Star zaten hem patlatmak hem de patlamak amacıyla tasarlanmış. Hem koca bir gezegeni yok edecek gücü var, hem de kıçı kırık bir uzay gemisinin saldırısı ile patlıyor. Olacak iş değil. Luke'un bu konuda artı bir değeri yok.

Luke güce dengeyi getirdi, babasının yapamadığını yaptı
Luke'un güce dengeyi getirdiği falan yok. Güce dengeyi getiren babası Darth Vader'dır. Çünkü Darth Sidious'u Luke değil Darth Vader öldürdü. Burada Luke'un payı doğru zamanda doğru yerde doğru duygu sömürüsünü yapmış olması. Bu da onu karizmatik değil, aksine yeto bir karakter haline getiriyor.

Luke Dark Side'a geçmeyi reddetti, babası gibi kötü olmadı
Babası Dark Side'a geçti, tamam da... Sikinin taşağının keyfine geçmedi adam. Yetim büyümüş Anakin, annesinin ölümü ile sarsılmış gençliğinde. Akabinde Jedi olacağı öngörülmüş, eğitimine başlanmış. Ama bir türlü Jedi konseyi ona güvenmemiş. Akabinde Padme'nin öleceğini, tıpkı annesinin öleceğini gördüğü gibi rüyasında görmüş. Padme'yi kurmak için yapabileceklerini düşünmüş, arayışa girmiş. Annesinin kaybettiği gibi onu da kaybetmek istemediği için psikolojik bunalım yaşamış. Konseyden dışlanmış. Bu sırada Darth Sidious ona Padme'yi kurtarma ve galaksiyi yönetme şansı vermiş. Adam Padme'yi kurtarmak için Dark Side'a geçiyor, akabinde güce olan tutkusu yüzünden kötüleşiyor hali.
Luke'a dark side teklif edildiğinde aklına
gelen memleketi ve bereketli toprakları.

Diğer tarafta Luke'un ise hiçbir derdi yok. Dark Side'a geçmesini söylediklerinde bile arkasında babası var, pencereye bakıyor uzun uzun. O sırada aklına gelen tek şey, kendi gezegenindeki tarlalar ve bilumum yabani hayvanlar.. Adamın derdi yok ki. Hadi Leia'yı düşünsün ve geçsin desek, Leia'lık bir durum yok. Sonuçta onu da kestirip atacak değiller, mutlaka Vader onu da Sidious'un huzuruna getirecekti. Luke düz kafa, hiçbir derdi yok tasası yok, Dark Side'a geçmeyi reddediyor. İyi bok yiyor. Gerçi geçse sevinirdim. Bu mal kazanacağına Dark Side kazansın dedirtiyor insana.

Luke o kadar güçlü ki, babasını bile madara etti
Luke babasının kolunu kesti, doğrudur. Ancak asıl nokta Darth Vader'ın eski gücünde olmayışıdır. Bunu da şuradan anlıyoruz, Sidious'un elektrik şokuna yaklaşık 3-4 dakika kadar dayanıyor Luke. Çünkü genç, dinç ve gücünün zirvesinde. Darth Vader ise Sidious'u aşağıya atarken çok kısa bir süre o elektrik şokuna maruz kalmasına rağmen direkt ölümle pençeleşmeye başlıyor. Hep Vader'ın Luke'tan daha güçsüz olduğunu düşünelim desek, öyle bir durum yok çünkü Sidious zaten Darth Vader'ın kendisinden bile daha güçlü olacağını öngörmüştü. Hal böyleyken, Luke güçsüz ve yaşlı babasını alt etmiş oluyor. Genç bir Anakin'e karşı bir dakika bile dayanamazdı.

Karizma budur.
Luke çok karizmatik yaa, hastasıyız
Buna söyleyeceğim tek şey, kocaman bir siktir git olacaktır. Ulan göz var nizam var, Luke nasıl karizmatik? Chewbacka bile daha karizmatik yemin ediyorum. Düz adam Luke, hiçbir numarası yok. Hele Anakin ile kıyaslayınca bildiğin keko gibi.

Luke çok seksi, babyface falan...
Çok seksi de ne oluyor? Adam koskaca üçlemeyi seks yapamadan tamamladı. Seks yapmayı geçtim, bir tane flörtü bile olmadı lan. Yok böyle bir adam cidden. Babası Anakin ise tam bir playboy'du. Kendisinden yaşça büyük olan bir prensesin gönlünü almayı başardı. Hatta ondan bir çocuk bile yaptı. Anakin her açıdan ezip geçiyor bu adamı. Ah Anakin, ah Padme. Böyle evlat düşman başına...

Son olarak
Luke'un şan ve şöhretine methiyeler düzen insanların çoğunlukla kullandıkları şeylere bir çırpıda cevapları yazdım. Gördüğünüz üzere Luke fazlasıyla ezik. Bitik. Yeto. Sümsük. Mal.

Yoda ve Obi-wan Kenobi'den eğitim alsam ben bile onun kadar iyi bir Jedi olurdum. Böyle babaya böyle evlat. Vallahi hiç yakışmıyor yaa. Allah allah...

12 Mart 2012 Pazartesi

Basketbol Turnuvası ve Müzik Yarışması

Formam ve Milka İneği desenli
battaniyem.
Okula kaydımı yaptırdıktan sonra ilk icraatlarımdan biri Basketbol takımına girmek olmuştu. Yaklaşık 3-4 aydır okul takımı ile birlikte antrenman yapıyorum. Sonunda maç zamanı geldi çattı. Yarın turnuvadaki ilk maçımızı oynayacağız. Rakip ise Nazilli İBBF. Geçen sene bize karşı kazanmışlar ama bu sene takım biraz daha iyiymiş bizim ve kazanacağımıza inanıyorum ben. Son antrenmanda formalar dağıtıldı. Ben 14 almak istemiştim ilk başlarda ama sonradan fikir değiştirip 6 numarayı aldım. King James'e selam olsun.

Bunun haricinde okulda müzik yarışması var. Nazilli MYO  sözüm ona "o ses'i" arıyormuş. Ahaha. Yarışma format olarak oldukça kötü. Herkes çıplak ses ile şarkı söyleyecek. Gitar çalabilenlerin klasik gitarları ile kendi seslerine ritim alt yapısı koyma şansı tanınıyor. Fakat şöyle bir durum var, elektro gitar çalanlar için herhangi bir şey düşünmemişler. Bu konuyu görevli hoca ile görüştüm ve sadece ben elektro gitar ile yarışmaya katılacağım. Oraya amfi götüreceğim ve enstrümantal bir şey çalacağım. Çalacağım şeye de karar verdim, Steve Vai - For The Love of God. Muhtemelen yarışmayı kazanamayacağım. Jüri 40 yaş üstü okutmanlardan oluşuyor olacaktır ve yarışmayı günümüzün popüler bir pop şarkısını söyleyen kızın teki kazanacaktır. Olsun, ben yine de şansımı deneyeceğim.

7 Mart 2012 Çarşamba

Kısıtlı IQ İçin İlgi Alanı Önerileri

Hepinizin bildiği üzere herkesin kendine özgü bir zeka kapasitesi var. Bu bağlamda kimimiz zeki bir birey olurken, kimimiz sırf kas gücünden ibaret salt düşük zekalı olabiliyoruz. Şöyle bir düşündüm, düşük ve kısıtlı IQ sahibi bireylerin hemen hemen yaptıkları şeyler de birbirine benziyor. İlgi alanı bakımından bahsediyorum tabii ki burada. Hoş, kısıtlı IQ ile tutunulabilecek ilgi alanları listesi yapmaya çalışacağım şu an.

Motorlu Araç Modifikasyonu
Düşük kapasiteli insanlar buna çok fazla önem verip bilgi sahibi olmaya kasıyorlar. Çok zeki ve zekası ile bir yerlere gelip lüks otomobillere binen ve aracına modifikasyon yapan adamlardan bahsetmiyorum. Hepiniz az çok aşina olduğu Tofaş Şahin modifikasyonu üzerine engin bir bilgi birikimi yapan; hatta bunu yaşam haline, kimi zaman yaşama amacı haline getirenler var.

Balık Tutmak
Dünyanın en ilkel avlanma biçimlerinden biri olan balık tutmak için çok özel bir insan olmanıza gerek. Şahsen balık tutmaktan zerre keyif almam. Ancak etrafımda gördüğüm kadarıyla insanlar çok fazla zevk alıyorlar bu aktiviteden. Bu yüzden kısıtlı IQ problemi olan insanlar için ömür boyu uğraşılası bir ilgi alanı olabilir.

Spor Fanatizmi
Oldukça sağlam bir Beşiktaş fanatiği olmama karşın, fanatizmi de kısıtlı IQ sahibi insanların yapabileceği bir ilgi alanı olarak görmekteyim. Sonuçta tek yapmanız gereken takımın maçını seyredip küfür etmek. Ve ömür boyu keyif alarak yapabileceğiniz bir şey. En yaygın ilgi alanlarından biri ayrıca.

Flüt Çalmak
En basit enstrümanlardan biri olan flüt, kısıtlı IQ sahibi insanlar için eşi bulunmaz bir ilgi alanı olabilir. Hem müzik yapmış oluyorsunuz, hem üzerindeki sayılı notayı bilseniz yetiyor, hem de über bir teknik gerektirmiyor. Zaten o kadar zor ve komplike bir alet olsa ilköğretim müzik dersleri bu enstrumandan ibaret olmazdı. 

Rosalinda tam bir efsane.
Türk veya Latin Dizileri Seyretmek
Bir dönem Türkiye'de oldukça yaygın olan bir türdü latin pembe dizileri. Ancak son zamanlarda gözle görülür bir biçimde azaldılar, hatta yok oldular. Bunun sebebi Türk dizilerin latin dizisi kafasında çekiliyor olmasından kaynaklanabilir? Latin dizilerinin en belirgin özelliği paso aşk ve entrikaların dönmesiydi. Şu an Türk dizilerinde olan durumun hemen hemen aynısı. Her neyse... Kısıtlı IQ sahibi insanlar ömür boyu bu ilgi alanı ile yaşayabilirler diye düşünüyorum. Pek de sıkılmazlar hani...

Küfürbaz gizemli rapci.
Rap Yapmak
Evet, müziği tür olarak aşağı görerek karıştırmak istemiyordum aslında ama duramadım yine. Kısıtlı IQ sahibi ve müzikal yeteneği sınırlı olan insanların bir numaralı barınağı günümüzde rap müzik. Her önüne gelen rap yapıyor. Rap müziği küçümsemiyorum, zamanında dinlemişliğim vardır, hatta şu an bile bazen açıp dinlerim ama amatör işler gerçekten çöp. Neyse, olsun. Kısıtlı IQ için ilgi alanı önerileri veriyoruz sonuçta, bu önerilerden biri de "rap yapabilirsiniz"...

Fotoğrafçı (?) Olmak
Son dönemde oldukça yaygınlaşmaya başladı ve bu listeye girmeyi sonuna kadar haketti fotoğrafçı olmak. Artık her önüne gelen bir fotoğraf makinesi alıp, börtü böcek fotoğrafı, çöpçü fotoğrafı, köylü çocuk fotoğrafı ve bir takım bu tarz fotoğraflar çekerek Facebook'ta kendi isimlerine açtıkları gruplarda bu fotoğrafları paylaşabiliyorlar. Kısıtlı IQ sahibi insanlar için oldukça basit bir yol bir şeylerin ucundan tutuyor gözükmek için.

Sanırım bu kadar geldi şimdilik aklıma. Belki ilerleyen zamanlarda yazıyı, yazı dizisi yapmaya karar veririm. Eğer öyle bir şey olursa Kısıtlı IQ İçin İlgi Alanları Vol. 2 yazısı ile karşınızda olacağım.

1 Mart 2012 Perşembe

Fetih 1453 İzlenimlerim

Nihayet uzun uğraşlar sonucunda filmi izlemeyi başardım. İki gün önce 21:00 seansı için sinemaya gittiğimde, sırada önümde bulunan şahısların son biletleri satın almaları sonucu filme girememiştim. Dün ise biraz daha şanslıydım ve son kalan bileti alarak filme girmeyi başardım. Gerçi çok boktan bir koltuk ve konumda izledim filmi ama olsun. Buna da şükür.

Film hakkında en ufak bir ön yargım yoktu. Film Türkiye'de çekildiği ve Türk filmi olduğu için çoğu kişi ön yargı ile yaklaşıyor ama gereksiz bir şey bu bence. Yabancı kalitesine henüz tam olarak ulaşabilmiş olmasak bile az çok gelişmeleri ülkemize getirip kullanabiliyoruz. En basitinden, görsel efekt anlamında Avrupa ve Amerika standartlarında olmasa bile Türkiye standartlarının çok üstünde bir yapım olmuş.

Fatih'in oğlu Bayezid'e sarılması hoştu.
Bildiğiniz veya bilmediğiniz üzere direkt olarak tarihten bir kesitin sinemaya aktarılması olduğu için konuya değinmeyeceğim. Değinenler yok mu, var. Onları ağlayarak mastürbasyon yapmaya davet ediyorum, zira filmin İkinci Murad'ın ölümü ile başladığını yazmanın bir esprisi yok çünkü zaten öyle olmayıp da ne olacak...

Film genel anlamda oldukça başarılı bana göre. Bunu neye bakarak söylüyorum diye soracak olursanız, hayranlıkla izlemiş olmamı söyleyebilirim. Pek fazla ortalıkta lanse etmesem de oldukça milliyetçi bir yapım vardır. Osmanlı Tarihi konusunda araştırma yapıp bir şeyler öğrenmeyi de çok severim. O yüzden filmi izlerken mest oldum desem yeridir.

Fena değil bence...
Yapımcılar tarafından yazılan kurmaca kısımlarda bazı mantık hataları ve tarihi sapmalar mevcut. Ancak bunlar beni pek rahatsız etmedi açıkçası. Neden diye soracak olursanız, sonuçta bu bir belgesel değil. Ulubatlı Hasan'ın kiminle seviştiğini bilmemiz gerekmiyor olabilir ama Türkiye'de çekilen her film ve dizide aşk mutlaka bulunuyor, burada da bulunmazsa olmazdı; o yüzden bu şekilde yedirmişler. Fena olmamış aslında... Kim kime dum duma bir seks ve entrika ağı ile bezenmemiş film en azından.

Filmde bulunan karakterler konusunda da biraz araştırma yaptım ve bir kaç karakter konusunda şaibeli yazılara rastladım. Onları da göz ardı etmek istiyorum. Sonuçta bu bir belgesel değil, olacak bu tarz şeyler... Misal Ulubatlı Hasan yerine Balaban Çavuş'u koysalar oraya bir boka benzemezdi diye düşünüyorum. Urban  Usta'nın kızı rolünde bir hatun koymasalar pek yadırgamazdık ama koymuşlar işte, o kadar kurcalamamak lazım.

Hasan'ın saçlar çok meymenetsiz.
Ulubatlı Hasan ve Guistiniani'nin kapışması özellikle çok hoştu. Bir Hector - Achilles kadar efsanevi değildi ama pek sönük kaldığı da söylenemez. İyiydi yani. Bu arada Guistiniani, Hasan'dan daha yakışıklı diyip durdular arkamda oturan kızlar; ister istemez kulak misafiri oldum. Oyuncular arasında roller değiştirilse hoş olabilirmiş.

Bunun dışında dikkatimi çeken bir nokta ise çok düz bir film olmuş olması. Savaş sahnelerindeki efektler olmasa, 30 yıl önce çekilen Kara Murat filmleri gibi bir film olmuş. Ne yapılabilirdi peki? Biraz sanatsallık katılabilirdi. Sanatsallıktan kastım nedir? Şudur, 300 Spartalı ve Spartacus'teki gibi... Desem anlaşılır herhalde. 300'ün her karesinin çıktısını alıp duvarınıza asabilirdiniz mesela. Fetih'te ise karadan gemileri yürütme sahnesi hariç o tarz sanatsallığı olan bir sahne hatırlamıyorum.

Filmin son sahnesi çok boktandı.
Son olarak oyuncu seçimlerine değinmek istiyorum. Mükemmel olmuş bence. Türk sineması ve izleyicisi hep aynı yüzleri görmekten sıkılmıştı. Filmde neredeyse hiç tanıdık bir yüz göremedim. Hep yeni yetme oyuncular kullanılmış ve gerçekten harika olmuş. Türkiye'de çekilmemiş gibi sanki film. Bunun dışında çok bariz bir kaç detayı yapımcıların atlamasına şaşırdım. Fatih Sultan Mehmet dediğimizde akla gelen iki üç şeyden biri burnudur. O burnu benzetseler iyi olacakmış.

Her neyse... Ben filmi beğendim. Ön yargıyla izlemeyen herkes beğenecektir şahsi kanaatimce. Bu filmin bir belgesel olmadığını ve Türkiye'de çekildiğini göz önünde bulundurup izlerseniz hayran kalmamanız için bir sebep kalmıyor bence. Filmi Holywood ile kıyaslayıp, History Channel tarafından çekilmiş gibi eleştirenlere ise söyleyecek lafım yok. Recep İvedik izleyin, hoşunuza gider muhtemelen.

27 Şubat 2012 Pazartesi

Nazilli - Okul - Basketbol - Gitar

Nazilli'ye tekrar döndüm. Kaş'a gitmeden önce tatilimin maksimum 3 hafta olacağını düşünüyordum ama öyle olmadı. Yaklaşık 1,5 ay kadar Kaş'ta kalarak tarihin en uzun sömestr tatiline imza atmış bulunmaktayım.

2 + 1 ve 17 watt çıkış gücü var. 
Dün yaklaşık 17:30 sularında Nazilli'ye geldim. Geçtiğimiz aylarda alamadığım ses sistemini aldım hemen gelir gelmez. Öyle ki otogardan eve gitmek yerine direkt çarşıya gidip ses sistemini satın aldım. Eve gelince ufak bir kurulum ve deneme safhasından sonra soluğu Galatasaray - Beşiktaş maçında aldım. Yol yorgunu olmam sebebiyle deli gibi başım ağrıyordu. Sağolsunlar, maçtan sonra bu ağrıyı ikiye katladılar. Eve geldim, gelir gelmez uyudum.

Bugün sabah ilk iş olarak ikinci dönem ders kayıtlarımı yapmak için danışman hocamın yanına gittim. Fakat kadın ortalıkta yoktu. Neyse, öğleden sonra tekrar gelirim diyerekten eve döndüm. Bir kaç saat sonra tekrar gittim, kadın yine yok. Derse girmiş... Eve gittim, 1 saat sonra tekrar gittim. Bu sefer denk getirdim ve verdim dekontumu. Ders kayıt kağıdını da imzaladıktan sonra çıktım.

Seçmeli Havuz Dersi olarak Basketbol'u seçmiştim. Bugün ilk defa dersine gittim. Eğlenceliydi. Saçma sapan koşu yaptık ilk olarak. Daha sonra turnike attık. Ve son olarak maç yaptık. Sınıfta ders işlemekten iyi olsa da pek tat aldığımı söyleyemem. Cuma günü basketbol takımı antremanını iple çekiyorum. Antremanda keyifli oluyor oynamak. Maç yapıyoruz genellikle çift pota ve hoş oluyor.

Bu arada çok yakında Youtube ve Facebook'ta cover videolarımı paylaşmaya başlayacağım. Ses sistemini zaten bu yüzden aldım. Kameramı da getirdim Kaş'tan. Güzel güzel çalıp kaydedeceğim ve paylaşacağım. Aşağıdaki hatun gibi videolarım olacak yani.



26 Şubat 2012 Pazar

Web Tasarım Üzerine

Daha önce bu konuda bir yazı yazmış ve web tasarım işine tekrar geri dönüş yapacağımı söylemiştim. Son dönemde bu branştan elimi ayağımı çekmiş olmama rağmen güzel iş yaptım diyebilirim. Pek geniş olmayan ancak oldukça kullanışlı bir bilgi birikimim olduğunu düşünüyorum bu alanda. Lise 1'de ilgilenmeye başlamıştım bu iş ile ve fazlasıyla görüyorum faydasını.

Kaş Aydın Haber'in yeni hali. Joomla
kullandım yine.
Bu yaz beş tane web sitesi tasarımı yaptım. Kaş'ta yavaştan ismim ön plana çıkmaya başladı ve kulaktan kulağa benim bu işi düzgün bir biçimde yaptığım yayılmaya başladı. Yaz öncesinde basit bir hesap yapmıştım, eğer 3 ay bir işte çalışırsam kazanacağım maksimum para 2 bin 400 lira olacaktı. Ben ne yaptım? Sadece web sitesi yaparak 3 ay boyunca tatil yapıp, cebime de kendimi geçindirecek kadar para koydum. Fena olmadı. Eşe dosta site yaptığım için çoğu zaman ucuza yaptım ama olsun. Yine aynı şekilde ucuza yapmaya devam edeceğim.

Teras Restaurant için basit bir HTML
template kullandım.
Aslına bakarsanız olay çok basit. Web tasarım işi oldukça basit bir şey. Zaten direkt olarak bu konuda bir lisans eğitimi alabileceğiniz bir bölümün olmayışının sebeplerinden biri de bu olsa gerek. Basit ve evde kendi başımıza öğrenebileceğiniz bir şey web tasarım. Hiçbir şey bilmiyorsanız bile bir çok hazır sistem ve yazılım mevcut. Ben şu ana kadar yaptığım tüm sitelerde hazır sistemler kullanıyorum. Neden? Çünkü kendim bir sistem yazabilecek web programlama birikimine sahip değilim. Ancak hazır yazılmış sistemleri düzenlemek ve kendime uyarlamak konusunda oldukça başarılıyım. Bu sayede bu işi yapabiliyorum zaten.

Çalışkan Çiçekçilik'te ilk defa OpenCart
kullandım ve gerçekten çalışıyor.
Her neyse. Şu sıralar yine bir kaç web sitesi işi ile meşgul olmaya başladım. İlk olarak Kaş Aydın Haber'in sitesini yeniledim. Benim daha önce yapmış olduğum tasarımın amına koymuş matbaada çalışan çocuk. Bu yüzden yenisini tasarlamak mecburiyetinde kaldım. Fena da olmadı hani... Bunun dışında Seyretli.com ve Kasdogapark.com'un tasarımlarını yapacağım. Henüz bunlara başlamadım. Yarın Nazilli'ye gidiyorum. Muhtemelen bu projelerin startını Nazilli'de vereceğim. Bunların yanı sıra Doğu ile yeni bir proje yapmayı düşünüyorum. Türkiye'nin ilk ve tek otomobil inceleme ve haber portalı'nı açacağız. Arabalara videolu incelemeler falan bile yapacağız, eğer siteyi açabilirsek tabii ki. Açarız diye düşünüyorum. Her şeyi denedim, bunu da deneyeceğimi düşünüyorum. Girişimci bir insan, bir şeylere girişmekten asla ve asla bıkmıyor. Ben de yaklaşık 6-7 yıldır  girişimcilik konusunda aşmış bitirmiş bir insan olduğum ve her işe bir yerlerden el atmayı becermiş olduğum için bu işi de deneyeceğimizi düşünüyorum. Hayırlısı...

19 Şubat 2012 Pazar

Manuel Fernandes: Söylenecek Söz Yok

Yine bir derbi öncesi cezalı duruma düşürüldü. Adamın maç içinde tahrik edilmesine ve hakemlerin ibneliğine zaten yorum yapmayacağım ama çok değil dün geceki maçta Emre Belözoğlu'na bakıyoruz, geliyoruz bu gece Manuel Fernandes'e bakıyoruz, çıkan ve çıkmayan kartları bir tarafa yazıyoruz.

Daha sonra Elmander'lerin Engin'lerin direkt kırmızıdan 1 maç ceza alıp da 2 sarıdan Fernandes'in 2 maç ceza almasına bakıyoruz. İşte size harika süper lig. Koyayım alayına.

- Alle @Ekşi Sözlük


19 Şubat 2012 Beşiktaş Gençlerbirliği maçında cezali duruma dusmemis, aksine dusurulmus futbolcu.

Adama Genclerbirligi maçında 10 saniye icinde iki tane cok net, ikincisi kart gerektirebilecek derecede bariz faul yapildi. İlkinde topu alip oyunu baslatti. 10 saniye sonra bir daha arkadan cekilerek yaka paca bir faul daha yapildi. Adam sinirlendi, rakibinin ustune yurudu. Ustune yurume esnasinda rakibe temasi yok. Hatta rakibin de bu esnada Fernandes'e temasi yok. Hakem ne yapti? Cart, ikisine birden sari kart cikardi. Standart buysa ligde her hafta en azindan 10-12 tane sari kart cikmasi lazim boyle.

Birakin abi; adam icin "Galatasaray macinda oynatilmasin" denmis. Oynatilmayacak. Bu kadar net artik. Kendisi icin "sahsi, bilmemne rerero" diyenlere de tez zamanda kendisine atilan tekmeler atilsin. Tekmeyi atana, arkadan cekene kart cikmasin. Bakalim sinirden ne yapiyorlar.

- marlboro insanı @Ekşi Sözlük

4 Şubat 2012 Cumartesi

Are You There, Chelsea?

Takip ettiğim dizilerin neredeyse çoğunun sonuna gelmiş veya yeni bölümleri için sürekli beklemek mecburiyetinde oluyor olmam sebebiyle yeni dizi arayışlarına giriştim. Bunun sonucunda Terra Nova, Game of Thrones ve Walking Dead'in pilot bölümlerini seyrettim. Hiçbirini tutmadım.


Dizi kuraklığı sebebiyle bir ara How I Met Your Mother'ı tekrar izlemeye başlamıştım ama onun da devamını getiremedim, kaldı öyle. Şimdi yepyeni bir dizi buldum ve bayağı sevdim. Are You There, Chelsea?

Chelsea biraz şişko ve balık etli. Ama
yine de hoş hatun.
Bana hali hazırda en az 2-3 sezonluk bölümlerinin bulunacağı bir dizi olmalıydı aslında. Ama olsun, fazla dizi göz çıkartmaz. Her hafta yeni bölümü çıkıyor sanırım. Bu gece çekilmiş olan tüm bölümlerini seyrettim dizinin. Yani bu da dört bölüm izlediğim anlamına geliyor.

Sarışın bir hatun var Chelsea isminde. Barda çalışıyor, çocuklu bir kız kardeşi var. Chelsea alkolik ve tam bir sürtük. Her önüne gelenle sevişiyor. Zaten dizi tamamen seks üzerine kurulu esprilerden ibaret. Bu da çoğu kesimin hoşuna gidecektir. Zira Türkiye'de cinsellik diyince bile bıyık altından gülen insanların olduğunu, filmlerde küfür duyunca kahkahalar atarak gülen bir izleyici kitlesinin olduğunu vs. düşünecek olursak; ülkemizde tutulabilecek bir yapım bence.

Şu an son dönemde Türkiye'de çok popüler olmuş iki dizi var kanımca. Biri HIMYM diğeri TBBT. Yaklaşık iki yıl sonra bu tarz bir patlamayı Are You There, Chelsea'nin yapabileceğini düşünüyorum.

30 Ocak 2012 Pazartesi

Teşekkürler Kamil

Bu hafta maçlarda görev alacak hakemler açıklandığında zaten söylemiştim bu hafta puan kaybedeceğimizi. O yüzden pek şaşırmadım. Mustafa Kamil Abitoğlu ne zaman yüzümüzü güldürdü ki? Gerçi yüzümüzü güldürmesine gerek yok, sadece tarafsız bir yönetim gösterse yeterdi. Cüneyt Çakır'dan sonra ikinci Anti-Beşiktaş'cı hakem olarak görüyorum zaten kendisini hep.

Yaptığı çok bariz ve direkt olarak sonuca etki eden bir kaç hatayı yazıp bitireceğim.


  • Golde ofsayt vardı. Öndeki adam aktifti ve topa hamle yapmıştı.
  • Fernandes'in ilk sarısına anlam veremedim. Çok ucuz diyeceğim ama ortada bir şey yok. 
  • İkinci sarıya baktığımızda da öncesinde Fernandes'in dayak yediğini görüyoruz. Ne hikmetse bir sen göremedin.
  • Topu bariz bir şekilde eliyle kesen Pekarik'e ikinci sarı kartı gösteremedin. Oysa ne de soğuk kanlıydın Fernandes'e ikinci sarıyı çıkartırken. 
  • Fernandes'e gösterdiğin ilk sarı karttaki pozisyonun daha serti bir pozisyon Quaresma ile yaşandı. Kayserili oyuncuya sarı kartı göstermedin.

Ayrıca sertliğe izin verip tüm takdir haklarını Kayserispor lehine kullanmana da söyleyecek lafım yok. Sizin gibiler yüzünden Türkiye'de futbolun gelişme ihtimali yok.

Son olarak, Ekrem Dağ ve Edu'nun takımdan tamamen siktir olup gitmesini; Simao ve Ernst'in biraz form tutmasını; ve Mustafa Pektemek'in ilk 11'de sahaya çıkmamasını istiyorum.

26 Ocak 2012 Perşembe

Hakem Real Madrid'i Troll'ledi

Futbol hakkında pek yazmıyor olsam da bu konuda bir iki bir şeyler yazmak istiyorum. Belki de maçın kalitesinin verdiği gaz ile alakalıdır, bilemiyorum.

Coentrao çok vasat.
Real Madrid sanırım ilk defa Barcelona karşısına "defansif" olmayan bir kadro ile çıktı. Yani olması gerekeni yaptı, normalde oynadığı oyun şablonu ile sahada yer aldı. Durdurmak için çıkmadı sahaya. Bu sebepten olacak ki hiç olmadığı kadar etkili oynadılar. Özellikle ilk yarıda oldukça net pozisyonlardan yararlanamadılar ve 40 dakika boyunca net bir pozisyon vermediler kalelerinde. Ta ki ilk yarının son 5 dakikasında gelen iki gole kadar. Gerçekten çok şanssız bir ilk yarı oynadı Real Madrid. Gol atmamasını geçtim, o kadar iyi oynadıkları bir yarıyı 2-0 geride kapattılar. Yüreğim sızladı desem yeridir. Özellikle Ronaldo'nun ilk gol sonrasındaki tepkisi görülmeye değerdi.


İkinci yarıda Real Madrid yine bildiğimiz gibiydi. İlk yarıdaki oyunlarını oynamaya devam ettiler. 2-0'ın verdiği moral bozukluğuna rağmen ayakta kalabilmeleri çok önemliydi ve bunu başardılar. 2-3 dakika içinde ilk yarıda 2 gol yemişlerdi, bu kez ikinci yarıda aynı senaryoyu kendiler lehine tekrarladılar. Benzema golü attığında ayağa fırladım. Beşiktaş'ın Antep'e attığı son dakika golü kadar ateşli bir sevinç olmasa da oldukça sevindim bu gole. Daha sonra bekledik 3. gol gelsin diye ancak hem hakem izin vermedi, hem de tiyatrocu Barcelona oyuncuları. Yazık oldu Real Madrid'e.

Xabi Alonso, Real Madrid'in beyni
değil taşşağı bile olamaz.
Şöyle hakemleri avrupada görmek bir yana bu denli büyük maçlarda görmek beni oldukça şaşırttı. Türkiye'de bile bu kadar futbol katili hakem bulmak oldukça zor. Yaptığı tüm hataları veya tartışmalı kararları geçtim ancak son dakika o serbest vuruşu kullandırmamak ne demek oluyor? Bir türlü çözemedim, neyin kafasını yaşıyordu, ne düşünüyordu acaba hakem.

Sahada Real Madrid için tam bir savaş veren Ramos'u izlemek büyük keyifti. Geçen sezon Şükrü Saraçoğlu Stadı'nda Fenerbahçe ile 1-1 berabere kaldığımız maçta Toraman buna benzer bir savaş vermişti. Onu çağrıştırdı zaten direkt. Son dakikalarda yediği sarı kart kesinlikle çok ağırdı. Madem atacaksın, daha önceki pozisyonların birinde atsaydın be arkadaş. Bu kadar basit kart mı olur? Ama Ramos iyi yaptı, hiç sinir yapmadı ve hakemin elini sıkıp terketti sahayı. Tebrik ediyorum kendisini.

Her neyse... İkinci yarıda yusuf yusuf eden Barcelona ve sus pus olan seyircilerini görmek harikaydı. Bu maç Barcelona tabusunu ve fobisini ortadan kaldıracaktır diye düşünüyorum. En azından Real Madrid gelecek sefer daha özgüven dolu çıkacaktır Barcelona'nın karşısına.